Tarih: 27.10.2023 23:32

Yeni Doçentlik Kriterlerinin Değerlendirilmesi Çağrı Metni

Facebook Twitter Linked-in

Bu karara istinaden Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) doçentlik başvuru şartlarına ilişkin değişikliklerini konu alan bir duyuru yayınladı (9.08.2023) (Duyuru için linki tıklayınız)

Maarif Platformu Yüksek Öğretim Kurumu’nun doçentlik kriterleri ile bu tamimi üzerine bir çalıştay tertip ederek konunun uzmanlarını bir araya getirdi. Doçentlik kriterleri yanında üniversitelerin asıl ve kök sorunları da masaya yatırıldı. Platform bildirisinde değişen doçentlik kriterleri değerlendirilmekle birlikte daha sonra yayınlanacak olan bilimsel raporda ise kapsamlı bir “üniversite reformuna” dair esasların etraflıca ele alınacağı ve çözüm önerilerinin kamuoyuyla paylaşılacaktır.

 

Çağrıya katkıda bulunan akademisyenler: Doç. Dr. Adnan Fatih Kocamaz, Prof. Dr. Ahmet Kavlak, Prof. Dr. Ahmet Koyun, Prof. Dr. Bayram Özer, Yazar D. Mehmet Doğan, Doç. Dr. Gürkan Ergen, eğitimci iş adamı Maksut Konyar, Dr.  Öğr. Üyesi Mehmet Ali Gündoğdu, Prof. Dr. Osman Çakmak, PhD Ömer Hatunoğlu, Prof. Dr.  Ömer Özyılmaz, Doç. Dr. Said Ceyhan, Prof. Dr. Tahsin Görgün, Dr. Ünal Akyüz, Prof. Dr. Yunus Çengel, Prof. Dr. Zekai Şen

Yeni Doçentlik Kriterlerinin Değerlendirilmesi Çağrı Metni’nin indirmek için tıklayınız.

Özet Değerlendirme

Çağrıda Türkiye’nin bilim ve araştırma potansiyeline dikkat çekildi. Türkiye Yüzyılı’na Üniversite Reformu ile girilmesi vurgusu yapıldı.

Son yıllardaki savunma sanayimizdeki hızlı gelişmeler, aslında ülkemizde büyük bir bilim potansiyeli olduğunu göstermektedir. Eğer üniversitelerin yönelmesi gereken öncelikli alanlar, uzun vadeli hedefler doğrultusunda tayin edilir ve bu konuda bağlayıcı hükümler getirilirse hem endüstriyel sahalarda hem de kültürel ve ekonomik alanlarda bilime ve inovasyona dayalı kalkınma dönemi başlatılabilir.

Fikir, sanat ve bilim hayatının içini dolduran, geleceğimizin umudu olan bilim insanları ve akademisyenler, ülkemizde yeteri kadar ilgi görmüyorsa kaynağı iyi araştırılmalıdır. Köklü bir bilim geçmişine sahip olan ülkemiz, eğer kendi eğitim, bilim ve üniversite modelini oluşturabilirse; önce gönül coğrafyamızda, sonra da dünyada eğitim ve bilimde bir merkezi haline gelebilir; eğitim model ve araçlarının ihracatçısı halini alabilir. Türkiye böyle tarihî ve kültürel birikimi ile geçmişte kendi değerleriyle insanlığı kucakladığı aslî misyonuna, yüzyıllar boyu verdiği karşılıksız hizmet rolüne tekrar çağrılmaktadır. Sadece İslam âlemi ve Afrika’dan değil, Balkanlardan ve dünyanın pek çok yerinden, hatta uzak kıtalardan bile gördüğü büyük teveccühün arkasında bu çağrı yer almaktadır. Dolayısıyla “Türkiye Yüzyılı” sadece ülkemiz için değil, tüm insanlığın kurtarılmasına ve bu tarihî role bir çağrı anlamına gelmektedir. Türkiye bu rolün hakkını ancak, çağımızın gücü bilim, araştırma ve bilimsel düşünceyi merkeze alarak verebilir.

Doktora Eğitiminin Yok Sayılması

Çağrıda doçentlik kriterlerini kamu oyunda tartışırken, doçentlik kriterlerinin de ötesinde, problemin kaynağı olan 12 Eylül askerî darbesinin bir ürünü olan mevcut YÖK yasasına dikkatler çekildi.

Türkiye’de plansız Yüksek Öğretim, üniversitelerin toplumdan kopukluğu; bilim ve araştırmada topluma öncü hale gelememesi hep tartışıldı. Son zamanlarda ise diplomalı işsizliğin tavan yapması ve mesleki eğitimden kaçış konusu ile her önüne gelenin mezun olduğu yapısı ile üniversite eğitimi tekrar gündemde. Bu çağrıda üniversitelerin aslî görev ve hedeflerinin ne olduğu sorusu tekrar gündeme getirildi.    

Çağrıda ortaya konan kriterlerle adeta doktora çalışmaları yok sayılmaktadır. Bu süreç içerisinde bu çalışmaların önemsizleşmesi sonucunu doğuracaktır. Doktor Öğretim üyesi ve Profesörlük unvanları kuruma bağlı rutin bir süreç iken, Doçentlik unvanına bu kadar vurgu yapılmasının anlaşılır bir tarafı yoktur. Bu yüzden akademik merdivende doçentlik en kritik basamak halini almaktadır. Bu yüzden de birçok akademisyen için doçentlik süreci adeta bir travmaya dönüşmektedir.

Doçentlik de diğer akademik unvanlar gibi, kurum tarafından verilmesi gereken ve sadece verilen kurumda geçerli olacak unvan olmalıdır aslında. Üniversiteler kendi kriterlerini kendileri koymalı ve açıkça ilan etmelidir. Bir kurumda doçent olan başka bir kurumda (üniversite) Profesör olarak atanabilmeli, yada tersi olabilmelidir.   

İlgili husus çağrıda şu şekilde yer almaktadır:

Yeni doçentlik kriterleri “Doktora çalışmalarının bir an önce tamamlanıp, doktora çalışmaları sonrasına odaklanmayı zımnen salık vermektedir. Çünkü doktora sonrası çalışmalar, uluslararası onaya sunulan yayın şartına bağlıdır. Bu ise ülkemizde yapılan lisansüstü tezlerin kalitesizliğinin peşinen kabulü ve ileride de tamamen önemsiz bir aşamaymış gibi algılanmasının ilk adımı olacaktır. Zaten eğitimdeki kalite, ilkokuldan başlayarak ülkemizde her zaman bir adım ileriye ertelenmektedir. Şimdi de bu yeni kriterlerle doktora önemini yitirerek, kalite doçentliğe kadar ertelenmiş olacaktır. Kaliteyi erteleme sorununun en temel sonucu bir önceki aşamanın değerini yitirmesidir. Burada yapılması gereken maarif meselesine bütüncül bir bakışla yaklaşıp sorunu, genel resmi görerek çözme yoluna gitmek ve kaliteyi ertelemek yerine lisans, hatta daha önceki eğitim aşamalarına doğru öne çekmeye çalışmaktır.

Gerek lisans eğitimindeki kaliteyi yükseltmek ve gerekse ülke biliminde ilerleme sağlamanın en önemli ayağı, doktora eğitimini daha kaliteli hale getirmektir. Doçentlikte kaliteyi yakalamak elbette önemlidir, ancak bir öğretim elemanının yetişmesinde doçentlik çok geç bir zaman dilimidir. Başta ülkemizin sonra da tüm insanlığın sorunlarına çözüm üretecek kendi milli önceliklerimize uygun bir müfredatla çok erken başlayacak bir süreç yönetimi ile maarif meselesi ele alınmalıdır.”

Yurt Dışı Yayın Şartı ve Kitap Yayını

Raporda Yurt dışı yayın şartı da masaya yatırılmış olup, ülkemiz biliminin Batıya teslimiyetçi yapıdan kurtarılması ve her şeyden önce kendi kavramlarımıza ve kendi referans sistemlerine bağlı ve kendi ülkemize hizmet eden müfredatımızı üreterek işe başlanması istendi: Çağrıda konu özetle şu şekilde ele alınmaktadır: İkinci bir konu ise, öğretim üyelerinin ürettikleri yayınların, yurtiçinde yayınlanmasından ziyade yurtdışında yayınlatılmaya çalışılması da ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Böylece yurtiçi yayınların kalitesiz olduğu zımnen ifade edilmiş olmaktadır. Ya da yurtiçindeki bilim insanlarının yetkinliklerine güvenilmeyip yurtdışından bir onay bekleniyor anlamı çıkmaktadır. Her iki durum kendi bilim insanımıza güvensizliğin ve kendini aşağılamanın ifadesi olmaktadır.

Bilimde ve eğitimde kendi referans sistemlerimiz yerine başka ülkelerin referans sistemlerine bağlı kalmamız bu bakış açısının en temel sorunudur. Milli çıkarlarımızı ve dini-milli-kültürel bakış açılarımızı yansıtan yayınların, taraflı ve ön koşullu bir dünya görüşüne sahip yabancı dergilerde yayınlanması şartından vazgeçilmelidir: Çünkü üniversite bir milletin kendi şuurunu keşif ve inkişaf ettirdiği vasatın adıdır. Dolayısı ile her milletin üniversitesi, -uluslararası kabul edilebilecek bazı standartları da gözetmekle birliktekendine has özellikler taşımak zorundadır. Yabancı dergilerde yayın yapmak zorunda kalan sosyal bilimci öğretim üyelerimiz sırf kriter uygunluğu için millî ve dinî duruşlarından taviz vermeye zorlanmaktadır. Bu sorunun çözümü dünya standartlarında yayın yapan dergilerin ihdas edilmesi ve var olanların kalitesinin artırılması, ayrıca buralarda dünya standartlarında nitelikli yayın yapılmasının esas alınmasıdır. Esas olan yayın ve bilgi üretme konusundaki edilgen durumdan ve pozisyondan çıkıp etkin pozisyona yükselmektir.  

Bu bağlamda doçent adaylarından beklenen kriterler içinde Türkçe kitap yazımının önemsizleştirilmesi veya birtakım indekslerin onayına sunulmasının kabul edilebilir bir yönü yoktur. Bu noktada ÜAK (YÖK) Türkçe bilimsel kitap yayınını teşvik etmekle Türkçenin bilim dili olması yolundaki engelleri de bertaraf etmiş olacak hem de Türk akademisyenlerini yabancı yayınevlerine muhtaç olma pozisyonundan kurtaracaktır. Türkçe kitap yayını, birtakım standartlar ve denetim mekanizmalarının ihdasıyla yerli yayınevlerinin de kendi standartlarını artırmalarına vesile olacaktır.

Toplumsal Fayda

Çağrıda yeni kriterlerin, üniversitelerin içe kapanıklığına ve toplumun gerçek sorunlarından kopuk oluşuna bir çözüm getirmediği vurgulanmakta; bu kriterlerin üniversiteleri akademisyenlerin önlerine konan kriterleri aşmak için çabaladıkları birtakım unvanların verildiği “site”ler haline dönüştüreceği tehlikesine dikkat çekildi. Son olarak çağrıda şunlar vurgulandı:

“Bilim insanlarına verilecek değer topluma hizmeti, ürettiği projeler, sorunlara bulduğu çözümler ve yaptığı yenilikler ölçüsünde olmalıdır. Bunun için de tüm tez ve projeler firmaların ve şirketlerin, kurumların ve devletin sorunları ile ilgili hale gelmelidir. Böylece raflarda kalan tez ve proje çalışmaları yapma devri sona erecek ve bilimle kalkınma devrinin önü açılacaktır. Doçentlik kriterlerine bu maddenin alanlara göre uygun şekilde eklenmesi, akademide kaliteyi artıracaktır. Doçentlik kriterlerinin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için bahsedilen hususlar, genişletilerek ve buralardan beslenilerek yükseköğretim tekrar şekillendirilmelidir. Özellikle doktora öncesi ve sonrası süreçlerin tamamının doktora aşamasına kuvvet vermesi esas olmalıdır. Birtakım kriterlerin değiştirilmesi, ağırlaştırılması veya sayısal skorlar üzerinde oynama yapılması meselenin özüne temas etmemek, hatta bu meselenin ikinci plana itilmesi anlamına gelir. Maarif bir bütündür, bu bütünü bozan ve önceki eğitim süreçlerini anlamsızlaştıran tüm uygulamalardan uzak durulmalıdır.”

Yeni Doçentlik Kriterlerinin Değerlendirilmesi Çağrı Metni’nin indirmek için tıklayınız.

Kaynak: Medya90




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —