Bu Toprakların Umuduyla
Toplumculuk: Toplum menfaatinin, toplum varlığının, kişi varlığının üzerinde gözetilmesi demektir. Bugün bu tanım doğrultusunda konuşup yakın tarihimizden örnekler vererek sivil girişimleri konuşacağız. Baştan belirtmekte fayda var. Birazdan yazacağım dernek, vakıf, kuruluşlardan hiçbirini ne tam mükemmel görmekteyim ne de körü körüne aforoz etmekten yanayım. Ama derseniz ki: Taraf olmayan bertaraf olur o zaman bende tarafımın çizgisini net bir şekilde çizeyim ki yanlış anlamalara müsaade etmemiş olayım. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak devletimin bekası, vatanın birliği, milletin dirliğinden yanayım. Bütün asli unsurları ve farklı dini görüşlerden oluşan Türk Milleti’nin tam bağımsızlığı, ekonomik refahı ve huzurundan yanayım. Bu istek bencilce bir istek değildir.Çünkü tarih sahnesinden biliyorum ki bu devlet ne zaman güçlü olmuş ya da bağımsızlık mücadelesi vermişse mazlum coğrafyalara, milletlere örnek ve umut olmuştur. Bir söz ile bunu ispat etmekte fayda var. Gandi’nin: “Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler!” Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor! Gandi yıllarca söndürülen Hint halkına özgüven vermiş ve onları harekete geçirmiştir. İşte Türkler de ,kendi cenaze merasimi için hazırlanan bu tabutları sahiplerinin başlarına geçirdiler! (1922 - Türk Kurtuluş Savaşı'nın Türklerin zaferiyle bitmesi üzerine.) Tarafımı biraz daha netleştirmekte fayda var gibi. Hangi grup ya da gruplar ile ve yine oy verdiğim hangi siyasi parti veya partiler ile olursam olayım takım tutar gibi davranmak bana göre değil çünkü benim asli unsurum devletin ve milletin ta kendisidir. Eğer başka bir milletten de yaratılmış olsaydım bu görüşüm yine aynı olacaktır.
Yakın tarihte ilk toplumcu hareket Kuva-i Milliyedir. Ondan bir sonraki aşama bozkır Anadolu’sunu yeşillendirmek amacı olan Köy Enstitüleridir. Bir sonraki aşama uzun zaman sonra gerçekleşmiştir. Ancak daha sonrasında siyasi tarihimizde kara leke olan darbeler tarihi başlamıştır. Aslında baktığınızda darbeler Cumhuriyet ile birlikte başlamamıştır Osmanlıya dayanır. Cumhuriyetin ilk darbesi olan 1960 darbesi ile birlikte toplum ilk ciddi korku salgınıyla mücadele etmeye başlamıştır. Ta ki 70’li yıllara kadar. Toplum içinde bir hareketlenme özelliklede gençler arasında bir kıpırdanma başlamıştır. Bu hareketlenme kendi içlerindeki farklı görüşlerle olmuş çeşitli kuruluşlar altında gerçekleşmiştir. Bu kuruluşları tek tek saymaktansa ki bana göre hala ayıbımızdır nasıl, neye ve kime göre belirlenmiş olduğu meçhuldür sol ve sağ terimini kullanacağım. 70’li yıllarda doğrusu ve yanlışıyla gençler inandıkları siyasi fikirler ile tartışmalara girmişlerdir. Hemen hepsi kendi doğruları ile toplumun menfaati için çalıştıklarını bu yolda kendilerini feda edeceklerini söylemişlerdir. Bu gençlerin inandıkları doğruların ne kadar doğru olduğunu tartışmak bana düşmez beni ilgilendiren kısmı ise bu gençler heyecanlı, istekli ve inandıkları uğruna fedakardılar. Bu hareketliliğin 70’li yıllara denk gelmesi bence bir tesadüf değil özellikle 80 darbesi sonra serbest piyasa düzeni ve hızla gelişen üretim hızını göz önünde bulundurup sömürünün artığını görebilirsek. Acaba birileri farklı görüşleri ortaya atıp bu bağlamda gençlerin arasında bulunan lider vasıflı, heyecanlı, hakkını arayan, kendince bir şeyleri sorgulayan gençleri halk arasında denildiği gibi fişleyip bir şekilde onların ortadan kalkmasını mı istedi? 80 sonrası gelişmeler bana bunu anımsatıyor. Eğer o gençlerin başında mesela en az Akşemseddin gibi bilgili olan hocalar olsaydı bugün Türkiye hangi noktada olurdu sizce? 70-80 yılları arasındaki bu sivil hareketlilik ile maalesef şu veya o taraftan olsun, heyecanlı ve toplumsal bir hedefi olan nice genci harcadık. Yine belirteyim bu gençlerin her hareketi doğru olmadığı gibi tümden de hep hatalı değildiler. O dönemde yaşanılanlara baktığımızda bu heyecanlı gençlerin saf dışı bırakılması ile sizce ortam kimlere kalmış olabilir? Bu boş ortamı değerlendirip sözde kendi sivil aksiyonunu yaratan terör örgütleri doğmadı mı? güçlenmedi mi? Ne acıdır ki bu örgütler kendi çocuklarımızı devşirdi. Bu açığı el ele verip kapatmalıyız. Düzgün işleyen, ortak dil kullanan, topluma yalnız ve yalnız fayda gütmek olan güçlü; milletiyle devletiyle omuz omuza olan sivil toplum örgütleri kurmalı geliştirmeliyiz. Her şeyi sadece devletten değil devletin bizatihi bizler olduğumuzun farkında olup ona göre hareketler belirlemeliyiz. Bu satırları okuyan sevgili kardeşim, arkadaşım, büyüğüm şunu da hiçbir zaman unutma kuruluşu başka ülkelerde olup benim ülkemde sözde yardımlarla sempatik görünmeye çalışan altında ise pislik kokan sivil toplum örgütlerine sakın pay verme! Gücünü, inancını, kuruluşunu doğrudan doğruya bu topraklardan, bu toprakların tarihinden alan sivil toplum örgütleriyle ol. Sen belki farkında olmayabilirsin ama kökü dışarıda olan örgütler senin düş dünyanı biçimlendirip seni kendi doğrultusunda harekete geçirip bir gaflete düşürebilir kim bilir düşürmüşlerdir de. Bu konuda yazan kıymetli araştırmacılarımız mevcuttur. Bildiklerim; Banu Avar, Aytunç Altındal, Ramazan Kurtoğlu gibi.
Doğru bir sivil kalkınma için bizleri harekete geçirecek bir kitabı sizlerle paylaşmak ve önermek isterim. Grigory Petrov’un kaleme aldığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını okumalı, mümkün olduğunca anlamalı, kendi ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda harekete geçmeliyiz. Bizim bu vatan toprakları dışında başka kabul edecek ne bir ülke ne de bir millet var. Hep birlikte yaşayıp birlikte güçlenerek içinde yaşadığımız toplumun gelişimine az da olsa katkı sağlayarak gelişmeliyiz. Bununda yolu siyasetten değil toplumsal birliktelikten geçer. Göreceksiniz ki düzgün işleyen bir sivil toplum yapılanmalarıyla karşılıklı güvenimiz gelişecek, samimiyetimiz net ve temiz olacak. Benliğimizden sıyrılıp “biz” oluşumuz güçlenecektir.
“Eğer gençlerin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada ısırgan otları ve dikenler yetişir.” G. Petrov